SIHANOUKVILLE: NEREYE GİDERSEN GİT, KENDİNLE GİDİYORSUN

Bir itiraf: Bu kış hayatımın en zor kışını yaşadım. Kardan, soğuktan bahsetmiyorum; aksine kışı, kışın soğuğa karşı korunabilmeyi, o ısınma hissini seviyorum. Burada daha çok bir buhrandan bahsediyorum. Gerçekten hayatım boyunca hiç bu kadar köşeye sıkışmış, bir o kadar da kurtulmaya isteksiz hissetmemiştim. Bu geziye, üstümdeki o korkunç stresi, Türkiye'nin geneline yayılan o meşum mutsuzluğu, her gün ayrı kalp çırpıntılarını, her gün ayrı kalp kırıklıklarını atmak için çıktım.

Hadi kendime haksızlık etmeyeyim, daha geleli 3 gün oldu, diyerek kendimi ikna etmeye çalışıyorum, gel gör ki dünyanın öbür ucundaki Kamboçya'ya, şimdi ta uzaklar diye tarif edilebilecek Türkiye'den kendimi de getirmeyi ihmal etmemişim.


Sihanoukville, Kamboçya'nın en güneyindeki bir liman şehri. Hala bakir bir turizm projesi. Arkadaşlarımın çalıştığı Queenco Hotel'in önünden müthiş denize girmek, akşam zengin Rus işadamının kiraladığı ada üzerinden kıpkırmızı batan güneşi seyretmek, ilerleyen saatlerde eğlence merkezi Serendipity'de bir şeyler atıştırıp kumsaldaki barlarda müzik eşliğinde biralarımızı, margaritalarımızı yudumlamak, birkaç nefes de uyuşmak tatlı bir hayat gibi görünüyor. Ama Sihanoukville öylesine dağınık ve yayvan bir yerleşim birimi ki tuktuk ya da motosiklet olmadan bir yere gitmek mümkün değil.


Serendipity'de bir sürü Türk'le tanıştım (yoksa artık Türkiyeli mi diyoruz?). Tatil için değil,  çalışmak için gelmişler. Kimi restoran açmış, kimi küçük büfelerde atıştırmalık satıyor, kiminin barı kiminin adalar arası sefer yapan teknesi var. Çoğu da yeni bir hayat umuduyla gelmiş buralara. Hikayelerini dinleyecek kadar kalmadım ama gördüğüm kadarıyla onlar da travmalarını yanlarında getirmişler ve buralarda tutunmaya çalışıyorlar.


Mesela arkadaşlardan biri de emekli olup Türkiye'nin mutsuzluğundan kaçarak buraya gelmiş. Henüz kendini ikna turlarından. Sonuçta Kamboçya'da hayat gayet ucuz. Derdin biraz ot, biraz bira, biraz takılmaksa bütün imkanlara sahipsin. Bir akşam Serendipity'den dönerken, turistlerin khmerlere çok aşağılık davrandığından şikayet etti. Bu yörelerdeki turizmin özünde, gördüğü sefaletle kendi refahını onaylama yattığını anlatmaya çalıştım. Bizim sefalet diye gördüğümüz şeyin onların standardı olduğunu söylerken bir açıdan hak vermem gerekiyordu, ama sisteme toptan bir karşı koyuş ne kadar mümkün kestiremiyorum. Bir noktadan sonra o yerli halka ezik muamelesi çekiliyor diye saydırırken, kafa sallamakla yetindim. Sonuçta buraya gelip yerleşme fikri için kendine bir sebep yaratıyordu. Türkiye'de de ezilen halkların yanında olmakla övündüğünü görünce, onun da kendini yanında getirdiği anlaşıldı.


Velhasılı kelam, twitter vs. sosyal mecralara baktığımda, Türkiye'nin mutsuzluğu buralara kadar geliyor arkadaşlar. Bakmadan edemiyorum ve her seferinde güzel bir şeyler paylaşıldığını görmek istiyorum. Ama sanki her anımız yeni patlamalara gebe. Bu mutsuzluk hali bana buralarda bile iyi gelmiyor.


Az önce 4 saatlik bir minivan yolculuğuyla (10 dolar) Phnom Penh'e geldim. Mekong kordonunu kesen sokaklardan birinde otellere fiyat sorarken Queenwood oda kahvaltıyı 30 dolara kadar indirdi (normali 35), bir de terasta havuz olduğunu söyleyince kalmaya karar verdim. Birazdan çıkıp nehir kenarını dolaşacağım.

Kendimi de odada bırakmaya çalışacağım.

   

Yorumlar